UNESCO’nun ‘Dünya Miras Geçici Listesi’nde eşsiz bir kültür mirası: “İshak Paşa Sarayı”

Haber/Fotoğraflar: Zeynep Kakı

Tarihsel olarak Selçuklu mimarisinden izler taşıyan ve Osmanlı’nın en önemli kültür eserlerinden olan İshak Paşa Sarayı, Türk mimari kültürünün en özel başyapıtlarından biri. İçinde toplam 116 odanın bulunduğu bu devasa sarayda camiden türbeye, zindandan ahırlara, aşevinden çeşitli hizmet odalarına, hamamdan divan salonuna kadar her detay mevcut. Bir saraydan ziyade adeta kapalı bir mini şehir olan İshak Paşa Sarayı’nın yapımı tam olarak 99 yıl sürmüş. Türkiye’nin doğusunda, Ağrı’da yer alan görkemli ve farklı bir mimari tarza sahip olan İshak Paşa Sarayı hem ülke içerisinden hem de dünyanın dört bir yanından ziyaretçiler ağırlıyor.

Ağrı, Türkiye’nin oldukça doğusunda yer alan hem tarihi hem de oldukça dağlık bir şehir. İrili ufaklı dağların ve tepelerin hatta kanyonların olduğu bu zorlu arazide böylesi ihtişamlı bir yapıyı inşa etmek günümüzde bile oldukça zor. Ancak bundan yüzyıllar önce, 1685 yılında inşasına başlanan bu saray 99 yılda tamamlanmış. Saray, kitabesinden de anlaşıldığı üzere 1784 yılında Çıldıroğulları’ndan II. İshak Paşa döneminde tamamlanmış. 2000 senesinde UNESCO’nun ‘Dünya Miras Geçici Listesi’ne seçilen İshak Paşa Sarayı’nın 500 metre yakınında 17. yüzyıl Osmanlı döneminde Doğubeyazıt şehrinde yaşamış ve uzun yıllar medrese’de müderrislik yapmış Kürt astronom, düşünür, tarihçi ve edebiyatçı Ahmed-i Hânî’nin (Ehmedê Xanî) türbesi de yer almaktadır. Her yıl on binlerce kişi tarafından ziyaret edilen İshak Paşa Sarayı ve Ahmed-i Hânî türbe yapıları, geçtiğimiz yıl açıklanan 2022 yılı verilerine göre 295 bin 965 ziyaretçi sayısına ulaşarak son yılların en fazla ziyaretçi sayısına ulaştığı belirtildi.*

Restorasyonu konusunda ilk görüşte bir takım hayal kırıklıklarına sebep olsa da yapılan her dokunuşun bir açıklaması var. Temeli yıllarca yağış aldığı için Saray’ın üzeri camlarla kapatılmış. Temelde kuruma istenilen seviyeye geldiğinde ise Saray yeniden olması gerektiği gibi restore edileceği söyleniyor.

Mimarının adının tam olarak bilinmediği bu nadide kültür yapısının en dikkat çeken özelliklerinden biri kızıl taşları ve işlemeleri. Dönemin şartlarının çok üzerinde yapılmış bu eser Selçuklu mimari tarzı ve Osmanlı dönemi imzalarını çok net bir şekilde taşıyor. 7600 m2’lik bir düzlem üzerine oturan bu sarayda bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki, bazı bölümleri ise üç katlı. Toplam 116 odanın bulunduğu sarayda eksik bir şey bulmak mümkün değil, harem odaları, aşevi, hamam, toplantı salonları, eğlence yerleri, mahkeme salonu, tek minareli bir cami, türbe, hamam derken saray adeta minik bir şehir saklıyor içinde. Saraya ihtişamlı kapısından adım attığınız anda kendinizi tarihin ve sanatın içinde buluyorsunuz. Eskiden som altından yapılan dış kapı 1877-1878 yıllarında Rus işgali altında saraydaki birçok kıymetli eşyayla birlikte götürülüyor. Günümüzde hala Moskova Müzesinde sergilenen altın kapının yerine demir parmaklıklı bir kapı tercih edilmiş. Devasa kapını açıldığı avlu ise hem manzarası hem de işlemeleriyle büyüleyici. Saray her ne kadar Selçuklu mimarisi örnek alınarak yapılıp Osmanlı mimarisiyle harmanlansada dönemin Batı etkisinin yanı sıra İran’ın etkileriyle de yoğrularak eşsiz izler, motifler ve kompozisyonlar içeriyor. Saraylarda alıştığımız koridorlardan açılan odaların yerini avludan açılan odalar tutuyor. Koridor bulunmayan sarayda her oda bir diğerine adeta labirent gibi açılıyor.

Sarayda iki büyük avlu var, ilk avlu büyük Gotik tarzda anıtsal taç mimarili, işte bu avlu sizi demir kapıdan girdiğinizde sade ancak detaylı bir mimariyle karşılıyor. Eşsiz manzaraya da açılan avlu yüzlerce odaya bağlanan ilk iki kapıya sahip. İkinci avlu ise ilkine göre daha ihtişamlı. Büyük sutunları ve ilemeriyle sarayın içine girildiğini hissettiriyor. Birbirinin aynısı gibi görünen onlarca oda arasındaki en büyük fark ise her seferinde sizi karşılayan yeni bir manzara olması.

Saraya bakılan her açıdan görülen tek minareli cami ise alışılmış saray görüntüsünün çok dışında. Sarayın en kuzey cephesinde dışa sarkan dört ahşap motif var ve bu motifler sırasıyla üstte kanatlı ejder, onun altında aslan, en altta insan figürleri olarak sıralanıyor. Bu da egemenliğin yerden göğe tüm canlılara ait olduğunun bir kanıtı olarak gösteriliyor.

İshak Paşa Sarayı’nı diğer yapılardan ayıran en büyük özelliklerinden biri de tıpkı İstanbul’da bulunan Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi bir ısıtma sitemine de sahip olması. Duvarlarındaki çıkıntılar ve yer altı sistemleri incelendiğinde sarayın duvarlarında ve yerinde ısıtma sistemi olduğu anlaşılıyor. Ocaklar üstünde ısıtılan sıcak suların, toprak künkler aracılığıyla yapının altında ve duvarları içerisinde gezdirilmesinden oluşturulan kalorifer sisteminde, iç mekânların ısıtılmasının sağlandığı ve aynı zamanda dünyanın ilk kalorifer tesisatının kurulduğu saray yapısı olan İshak Paşa Sarayı, bünyesinde su ve kanalizasyon sistemini de barındırıyor.

Osmanlı Devleti Lale devrinde iken yapmış olduğu son en büyük yapısı olmanın yanı sıra İshak Paşa Sarayı, Selçuklu mimarisinden izler taşıyan ve Osmanlı mimarisinin, Anadolu’da günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olarak da kabul ediliyor.

Kaynak: 

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0shak_Pa%C5%9Fa_Saray%C4%B1

https://en.wikipedia.org/wiki/Ishak_Pasha_Palace

Sînemaya Serbixwe – www.sinemayaserbixwe.com

COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir